Psikoterapi İyileştirir mi? Neden Psikanalitik Psikoterapi?

Modern yaşamın hızında “iyileşme” çoğu zaman semptomların ortadan kalkmasıyla eş tutulur.
Oysa ruhsallık yalnızca görünen belirtilerden ibaret değildir; bastırılmış olan, söylenmeyen, adlandırılamayan alanlar da deneyimlerimizi şekillendirir. Bu nedenle “psikoterapi iyileştirir mi?” sorusunun yanıtı, terapinin nasıl bir derinlikte yürütüldüğüne bağlıdır.

Yüzeyin Altındaki Anlam: Psikanalitik Yaklaşım

Psikanalitik psikoterapi, Freud’un kurucu hattından ilerleyerek semptomu bir anlam olarak ele alır.Kaygı, tekrarlayan ilişkiler, iç çatışmalar ya da boşluk duygusu tesadüf değildir; her biri bilinçdışının dile gelme biçimidir. Amaç, belirtileri susturmak değil, onların neden orada olduklarını duymaktır.Gerçek iyileşme, semptomun konuşabildiği bir alanın açılmasından doğar.
Winnicott (1965), iyileşmeyi “kişinin kendisi olabilme kapasitesinin gelişmesi” olarak tarif eder. Analitik çerçeve — tutan (holding) bir ortam — kişinin kendi duygusal gerçekliğiyle yeniden temas kurmasını mümkün kılar. Bu yalnızca rahatsızlığın azalması değil; benliğin yeniden biçimlenmesidir.

İlişki, İçgörü ve Zaman

Psikanalitik terapide iyileşme bir “ilişki deneyimi”dir. Aktarım, geçmişin bugünde yeniden sahnelenmesidir. Freud’un (1912) vurguladığı gibi terapötik etki, bastırılmış olanın yeniden işlenmesinden doğar. Bu, zaman alan; kimi zaman sessizlikle ilerleyen, ancak derin bir dönüşümü mümkün kılan bir süreçtir.
Perron (1995/2024), psikanalizi yalnızca bir tedavi değil, “insanı anlamanın özgün bir yolu” olarak tanımlar. Ona göre psikoterapi, bilinçdışını hesaba katmadığında yalnızca davranışları onarmaya indirgenir; oysa psikanaliz, kişinin kendi iç bölünmüşlüğünü fark etmesine olanak tanır. “Kişi, bölünmüşlüğünü fark ettiğinde, kendiyle barışmanın ilk adımını atar” (Perron, 2024, s. 37).
Psikanalitik yönelim, bireyi yalnızca “davranışı değiştirmeye” değil, kendisiyle ilişkisini anlamca dönüştürmeye davet eder.
Kısa vadeli çözümler yüzeyde rahatlama sağlasa da, aynı çatışmalar farklı biçimlerde tekrar edebilir. Psikanalitik yaklaşım, bu tekrarların kökenine inmeye, kişinin kendi hikâyesine özne olarak katılmasına olanak tanır (Mitchell, 1988; Ogden, 1994). Perron (2024), psikanalizin insan için bir “özgürleşme etiği” sunduğunu söyler: “Psikanaliz, insana kendi gerçeğini söyleme cesaretini verir” (s. 112).
Bu anlamda psikanalitik psikoterapi, yalnızca bir tedavi değil, kişinin kendine sadık kalabilme sürecidir.

Psikanaliz: Bir Tedavi Değil, Bir Etik

Perron’un (2024) işaret ettiği gibi psikanaliz, “normallik” dayatmayan bir etik öneridir.
İyileşme burada bir ideale ulaşmak değil, kişinin kendi içsel hakikatine yaklaşabilmesidir.
Psikanaliz, insana bu hakikati duyma ve ona tanıklık etme olanağını verir (Bollas, 1987).
Psikoterapi, ruhsal olanı yalnızca semptom değil, bir anlam dili olarak ele alabildiğinde “iyileştirir.”Psikanalitik psikoterapi bu dili dinlemeye, söylenmeyeni duyulur kılmaya çalışır. Kalıcı ve dönüştürücü değişim çoğu zaman bu derin dinleme alanında gerçekleşir (Winnicott, 1965).

Kaynakça

  1. Bollas, C. (1987). The shadow of the object: Psychoanalysis of the unthought known. London: Free Association Books.
  2. Freud, S. (1912). The dynamics of transference. In The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 12, pp. 97–108). London: Hogarth Press.
  3. Mitchell, S. A. (1988). Relational concepts in psychoanalysis: An integration. Cambridge, MA: Harvard University Press.
  4. Ogden, T. H. (1994). The analytic third: Working with intersubjective clinical facts. International Journal of Psychoanalysis, 75(1), 3–19.
  5. Perron, R. (2024). Neden psikanaliz? (Çev. A. Tümertekin). İstanbul: Minotor Kitap. (Orijinal eser 1995’te yayımlandı.)
  6. Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment: Studies in the theory of emotional development. London: Hogarth Press.

Diğer Yazılarım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir